Ah şu öfke! Bizim Ülkemizde erkeklerin her an açığa çıkartıp kontrol edemedikleri, kadınların ise sürekli bastırmak zorunda kaldıkları duyguları sonucu öfkeye dönüşen hisleri sonucunda iletişemeyen insanlar topluluğu! Ne kadar canımızı yakıyor değil mi öfke anındaki sözler? Belki de en derinden gelen ve anla beni çığlıklarını içeren sözleri doğru duymayı biliyor muyuz acaba? Haydi bir bakalım!
Aristo diyor ki “Herkes öfkelenebilir. Bu kolaydır. Ne var ki; doğru insana, doğru derecede, doğru zamanda, doğru maksatla ve doğru biçimde öfkelenmek, İşte bu zordur.” Yani aslında öfke normal bir duygu. İnsanız, saldırganlık duygularımız var, kızıyoruz, sinirleniyoruz ama bunu ne yazık ki en yanlış anlarda en yanlış kişilere yöneltiyoruz. Kimi patrona kızıp söyleyemediklerini trafikteki adamdan çıkartıyor, kimi küçüklükten beri ailesine duyduğu öfkeyi 40 yaşındaki haliyle eşine yansıtıyor. Herkes kendi içinde derdini yaşarken bir sürü kelimeler, bir sürü yanlı davranışlar dökülüp saçılıyor ortalığa. Danışanım olan bir ailede erkeğin öfke kontrolsüzlüğü konuşuluyordu. Hangi anlarda öfkelendiğini konuşurken asıl duygusunu sordum. “ Orda ne hissettin? Tam da eşinin üzerine yürümeden önce? “ Dedi ki “ Çok korktum. Bana seni bırakırım deyince çok korktum. Onsuzluktan, onsuz yaşayamamaktan. Ama tek bildiğim yanlış yolu yaptım. Ve eşimi korkutmaya çalıştım. Korkarsa benden beni bırakamaz sandım. Çünkü ben korktuğum için dururdum hep olduğum yerde! ” İşte biz buna öğrenilmiş çaresizlik diyoruz. Çocukluk çağında öğrendiği korkutma ile durduğu yerde durmuş olan çocuk, büyüyünce ailesini de korkutarak durduracağını sanar. Bizim Allah ile ilişkimiz bile korku temelleri üzerine kurulmuş değil mi? Yapmazsan çarpar, kılmazsan yakar! Ancak arkada çok daha büyük bir sevgi unsuru var aslında! Merhamet! Allah insana önce merhamet eder, onu diğer canlılardan üstün kılar ve sever! Yakmadan önce yapacakları vardır aslında! Bunları öğretmeli değil miydi? İnsan korktuğu şey ile değil sevdiği ve sevildiği şey ile bağlantı kurmak ister. Kocaman da olsa küçücük de olsa…
Sevgi insanı en güzel kontrol eden şeydir. Korku ile kontrol edilen insan baskılanmış demektir. Baskılanan insan duygularını da bastırır ki işte bu bastırılan duyguların hiç olmadık yerde olmadık şekilde açığa çıkmasına neden olacaktır. Kaynayıp duran düdüklünün kapağını ne kadar daha kapalı tutabilirsiniz? Basınç o kapağı zorlayıp patlamasına neden olacaktır. İşte patlayınca da tüm evi mahvedecek ve içindekileri de her tarafa saçarak iyi ne varsa kötü hale getirecektir. Öfke tam da bu örneği benzer. İçinize duygularınızı atarsınız, atarsınız sonra üstünü kapatıp kaynatmaya başlarsınız. Biri gelir kızar, diğeri sizi yok sayar, diğeri sizi aşağılamaya kalkar. Bunların hepsi basıncı arttırır. Ateş yükseldikçe daha çok kaynarsınız. Sonra eşiniz yanınıza gelir (ki bu çoğu zaman bayandır), sizin o işi başaramayacağınızı ima eden bir sözü söylediği anda sizin düdüklünün kapağı yüksek bir sesle patlar. Bu arada diğer tarafta da kadın bastırdığı öfkesini iğneleyici sözler ile çıkarmaya alışmıştır. Çünkü onun da öğrendiği bastırdığı duyguları boşaltma yöntemi budur. O bir kız çocuğu iken bağırma çağırma hatta konuşma hakkı elinden alınmış bir hanımefendiydi.
Bu açıdan bakınca ne kadar da farklıymış işler değil mi? İşte bizim aile terapilerinde yaptığımız tam olarak budur. İnsan içinde iken neyin ne olduğunun farkına varamadığı gibi konular biriktikçe düzeltilemez hale gelir. Doğru konuşmayı, doğru anlaşmayı bilsek, birbirimizi anlamayı, içimizden geçenleri söyleyiversek gerçekten kırmaya çalışmadan daha kolay anlaşabileceğiz… Şimdi biz anneler olarak çocuklarımızın özgürce duygularını ifade etmesine ne kadar fırsat tanırsak o düdüklünün içine atılan malzemeler o kadar az olacaktır. Hem kendi ilişkilerimiz hem de çocuklarımızın gelecekleri için kızgın olduğunuz anda bir nefes alın! O derin nefes anında düşünün “ bu öfkem gerçekte kime? Karşımda kim var ve tam olarak ne dedi? “ Haydi birde böyle deneyelim…